Yeraltı Telaşları

 

1.

 

Kalıntılar

giderek güncellendi

teslimiyetinizden ötürü

yarı siz yarı tanrı

yarı noksan

 

doy ey

 

eliflenmiş korunaklı nem

kokulu öylesi nisan

hoyrat ve taze denklem

 

gel ey

 

onbir yıldır yürüyorum bu koruda

tık nefes doyumsuz

sizden kopan tüm türevlerim

yavaş yavaş kanıksadığım

ne varsa

sizden farksız alacakaranlık

” bu muydu usul usul etimi kemiren öfke”

o ses

bu tortu

 

 

size ait ne varsa hala orada

 

 

2.

 

sizin boynunuz ürkek

bakışınız serçe sevişmiştik hatırlarsınız

gece alışmadan sesinize sabahlığınız

ardından

şiddetli karışmışlığınız

ben duymadım o tarçın akşamlarda

çok geç olmadan önce

 

 

3.

 

Hastalığım, takıntım

öksüz ve şımarık

sebepsiz haykırmalarımdan

acı toprak kalıntıları

her yerimde

erimekte sürekli sanrıların

çay kokusu, limon sarısı

sadeleşmeden sadece korkuyorum

yalnız size söylüyorum

ayıklamadan, siz

gece lambam

 

 

4.

 

külbeyaz teller gözlerimizde

giderek yavaşlıyor eksilmem

hücrelerimden sızıyor yalnız

iç kanamam, usulca

huzur dolu

 

”buz ister misiniz?”

” hayır, teşekkür ederim”

 

istemem artık

 

hiç ihtiyacım kalmadı

 

5.

 

 

Farkında mısınız takvim

yaprakları solmuş sonbahar

kokusunu içime çekerken

düşünüyorum sabahları

nasıl acı verir insana hergün

ölümden beş kala dakikliğinden

ötürü telaşlı bir o

kadar çekingen saf verirdiniz

kendinizi bana

 

en azından ben öyle sanmıştım o zamanlarda

 

6.

 

 

Doğru, şiddetli günler geçirdiniz

ben orada değildim

Doğru, güzel günler geçirdiniz

ben orada değildim

 

 

7.

 

Kendime güvenimi ayırıyorum iki parçaya

 

birisi tutkun sarmal

nerdeyse anımsıyor kasıtsız yalnızlığını

kendinden ötürü

 

öbürü sırf tebessüm, kadim

ölümü aklarcasına aralarından

genişlerken bu buğu kendiliğindenliğim

sıyrılıyor

 

suretim sizden aksediyor

paramparça

 

8.

 

Gerisi size kalmış

 

bir bakmışsınız sıvı dilinizdeki

bir bakmışsınız mavi göbek bağınız

ağırdan almış sonbahar kesik

tarafsız takdirdeki hazımsız

iç çekmelerin duru hali

 

sofranızda oturmuşuz belli

laflıyoruz

ansızın peydahlanıveriyor gaib

avucumdaki buzul aksi

sapsarı, içten pazarlıklı, çivit

 

durağan

eril

saf

çocuk

 

belli ki kafanız karışmıyor artık

 

 

9.

 

sabah tekerrür

gece telve

karanlığınızda ipek koklardık

oysa siz yalnız yollarda

aramızdaki kelebek çoktan çürümüş

avuçlarımız kan içinde

 

” önümüz kanyon

biraz sonra tırmanmaya başlıyoruz”

 

10.

 

mozaik genzime dayamış sabırsız

bakışlar altında çiçek koparmıştık

hatırlarsınız

siz hiç o kadar siz olmadınız

sesiniz çığlık

oysa ben orada değildim

yola çıkmaya hazır

telaşlı

doyumsuz

kaya

 

titremelerim bastırıyor sabaha

sizde susamışlık

bende soğuk ter

siz, gündüz gözümün gece rehberi

 

”suyun kaynağına doğru yürüyelim

belki bir giriş buluruz”

 

 

 

11.

 

buz gibi sarkıtlar

damlıyor ağır

 

cam yeşili tarafsızlığımı yıkıyorum

bu çok soğuk yeraltı gölünde

 

çırılçıplak

sürüngen

teslim

 

içime düşüyor huzme

daha derine inmeden önce

 

12.

 

buz beyazı dilimi

ezberlemiştiniz

sabaha karşı arılardan mı

bahsetmiştim bilmiyorum

oysa hatırlıyorum

loş, eski eşyalı bir konak vardı

dar bir hol

geniş ağaçlı bir yol

bir de kalın bir kapı vardı galiba

nerden almışsa kokumu

 

apaçık tenhalığıma uzatmış boynunu

gül dikiyor bir arı

 

vazgeçilir

 

anlaşılan herşeyden

vazgeçilir

 

 

 

                            26 Nisan-28 Mayıs 2004, New York